Hamas’ın İsrail’e yönelttiği barbarlık, “ama”lar veya”eğer”ler olmaksızın kayıtsız şartsız kınanmalıdır. Sivillerin köylerde, kibutzlarda ve müzik festivalinde katledilmesi, tecavüzler ve kaçırılmalar bir pogromdu ve Hamas’ın hakiki amacının İsrail devletini ve İsraillilerin hepsini yok etmek olduğunu teyit etti. Bununla birlikte, durum tarihsel bir bağlam gerektiriyor; herhangi bir şeyi haklı çıkarmak için değil ama önümüzü daha bir net görebilmek için.
İlk göz önüne alınması gereken, Filistinlilerin çoğunun hayatlarını karakterize eden mutlak çaresizliktir. Yaklaşık on yıl önce Kudüs sokaklarındaki tek tük intihar saldırılarını hatırlayın. Sıradan bir Filistinli, derhal öldürülebileceğini bilerek bir Yahudi’ye yaklaşır, bıçağını çeker ve kurbanı bıçaklayabilirdi. Bu “terörist” eylemler bir mesaj taşımıyordu, “Filistin’e Özgürlük!” diye haykırışlar yoktu. Arkalarında herhangi bir organizasyon da yoktu. Bunlar sadece şiddetli çaresizlikten doğan bireysel eylemlerdi.
Binyamin Netanyahu’nun, Batı Şeria’daki Filistin topraklarının ilhakını açıkça savunan aşırı sağcı, yerleşimci partilerle beraber yeni bir koalisyon hükümeti kurmasıyla her şey daha da kötüye gitti. Yeni ulusal güvenlik bakanı Itamar Ben-Gvir şöyle söylüyor: “Benim, karımın, çocuklarımın [Batı Şeria’da] serbestçe dolaşma hakkı Araplarınkinden daha önemli.” Bu adam, 1994’te El Halil’de Araplara yönelik katliamdan sonra terör örgütü olarak kabul edilen Arap karşıtı partilerle bağlantısı nedeniyle daha önce askerlik hizmetinden men edilmiş bir adam.
Uzun süre Ortadoğu’nun tek demokrasisi olmakla övünen İsrail, şimdiki Netanyahu hükümeti altında teokratik bir devlete dönüşüyor. Bu hükümetin “temel ilkeler” listesinde şunlar bildiriliyor: “Yahudi halkı İsrail topraklarının tümünde tek ve devredilemez bir hakka sahiptir. Hükümet İsrail topraklarının tüm bölgelerinde yerleşimi teşvik edecek ve geliştirecektir – Celile, Negev, Golan’da, Judea ve Samaria’da.”
Böylesi taahhütler ileri sürüp, Filistinlileri İsrail ile müzakere etmeyi reddetmekle suçlamak saçmadır. Mevcut hükümetin kendi resmi programı müzakereleri masadan kaldırmaktadır.
Bazı komplo teorisyenleri, İsrail’in Gazze’deki gözetleme ve istihbarat toplama kapasitesinin gücü göz önünde bulundurulduğunda, Netanyahu hükümetinin saldırının gelmekte olduğunu bilmesi gerektiği konusunda ısrar edeceklerdir. Ancak saldırı kesinlikle şu anda iktidardaki İsrailli sertlik yanlılarının çıkarlarına hizmet ederken aynı zamanda Netanyahu’nun “Bay Güvenlik” iddiasına da şüphe düşürüyor.
Her halükarda, her iki tarafın da -Hamas ve İsrail’in aşırı milliyetçi hükümeti- herhangi bir barış seçeneğine karşı olduğunu görmek zor değil. Her iki taraf da ölümüne bir mücadelede kararlı.
Hamas saldırısı, Netanyahu hükümetinin hukukun temeline zarar verme çabaları nedeniyle İsrail içinde büyük çatışmaların yaşandığı bir döneme denk geldi. Dolayısıyla ülke, demokratik kurumları yok etmek isteyen milliyetçi kökten dinciler ile bu tehdidin farkında olan ancak daha ılımlı Filistinlilerle ittifak kurmaya pek yanaşmayan bir sivil toplum hareketi arasında bölünmüş durumda.
Şimdi artık, yaklaşan anayasal kriz askıya alındı ve ulusal birlik hükümeti ilan edildi. Eski bir hikaye bu: derin ve varoluşsal görünen iç bölünmeler, ortak bir dış düşmanın yardımıyla aniden aşılmış olur.
Yurt içinde barış ve birliği sağlamak için mutlaka bir dış düşmana mı ihtiyaç var? Bu kısır döngü nasıl kırılabilir?
Eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert’e göre ileri adım atmanın yolu Hamas’la mücadele etmenin yanı sıra antisemit olmayan ve müzakere isteyen Filistinlilere ulaşmaktır. İsrailli aşırı milliyetçilerin iddialarının aksine, bu insanlar gerçekten de var. 10 Eylül’de yüzden fazla Filistinli akademisyen ve entelektüel bir açık mektup imzaladılar; mektup “antisemitizmi, Nazi’lerin insanlığa karşı işlediği suçları veya Holokost’u yanlış tanıtma veya haklı gösterme yolundaki tarihsel çarpıtma çabalarını kararlılıkla reddediyor”du.
Tüm İsraillilerin fanatik milliyetçi olmadığını, tüm Filistinlilerin de fanatik antisemit olmadığını kabul ettiğimizde, kötülük patlamalarına yol açan çaresizlik ve kafa karışıklığını da anlamaya başlayabiliriz. Ellerinden anavatanları alınan Filistinliler ile tarihleri aynı deneyimlere sahne olmuş Yahudiler arasındaki ilginç benzerliği görmeye başlayabiliriz.
“Terörizm” terimi için de benzeri geçerli. Yahudiler Filistin’de İngiliz ordusuna karşı mücadele ederken “terörist” olumlu bir çağrışıma sahipti. 1940’ların sonlarında Amerikan gazetelerinin “Filistin Teröristlerine Mektup” başlığıyla yayınladığı bir ilanda Hollywood senaristi Ben Hecht şöyle yazar: “Benim Kahraman Dostlarım. Şu an hava çok fazla gübreyle kaplı olduğu için size yazdıklarıma inanmayabilirsiniz. Amerika’daki Yahudiler sizinle.”
Bugün kimin terörist sayılacağına dair bütün polemiklerin etkisi altında, onlarca yıldır bir belirsizlik içinde yaşayan Filistinli Arap halkı mevcut. Onlar kim, hangi topraklar onların? “İşgal altındaki toprakların” mı, “Batı Şeria”nın mı, “Yahudiye ve Samiriye”nin mi onlar, yoksa 139 ülkenin tanıdığı ve 2012’den beri Birleşmiş Milletler’de üyelik-dışı gözlemci olan bir Filistin Devleti’nin mi? Lakin, asıl bölgeyi kontrol eden İsrail, Filistinlilere geçici yerleşimciler olarak davranıyor, tek gerçek yerlisi Yahudilerin olduğu “normal” bir devletin kurulmasının önündeki bir engel olarak. Filistinliler kesinlikle bir sorun olarak görülüyor. İsrail Devleti onlara hiçbir zaman elini uzatmadı, umut vermedi veya yaşadıkları bu devlette olumlu bir rol tanımadı.
Hamas ve İsrailli sertlik yanlıları aynı madalyonun iki yüzüdür. Seçim şu ya da bu sertlik yanlısı grup arasında değil; kökten dinciler ile hala barış içinde bir arada yaşama ihtimaline inananlar arasında. Filistinli ve İsrailli aşırılık yanlıları arasında bir uzlaşma söz konusu olamaz; bu kökten dincilerle savaşmak için,Filistinlilerin haklarını canla başla savunmayı antisemitizme karşı mücadelenin sarsılmaz kararlılığıyla birleştirmek şarttır.
Kulağa ütopik gelse de, bu iki mücadele bir bütündür. İsrail’in terörist saldırılara karşı kendini savunma hakkını kayıtsız şartsız destekleyebiliriz ve desteklemeliyiz. Ancak aynı zamanda Gazze’de ve işgal altındaki topraklarda gerçekten çaresiz ve umutsuz koşullarda yaşayan Filistinlilerin duygularını da paylaşmalıyız. Bu duruşun bir “çelişki” olduğunu düşünenler bir çözümün önünü gerçekten tıkayanlardır.
Yazının İngilizce orijinali için lütfen tıklayın